Mehmet BOYBEYİ

ÖYLE BİR ZAMANDI

…  Devletin malı deniz, yemeyen domuzdu.  Nereyi zapt edersen et. Ağaya kimse “Öte git” diyemiyordu. Bu kıyafetlerle de para pul, zevki sefa ayaklarının altındaydı. Eşkıyalıktan ağalığa meslek değiştirenlerde değişmeyen tarafları, huylarıydı. Can çıkmadan, huy çıkmazdı. Sadece kuzu postuna girmişlerdi. Bellerine ruhsatlı tabanca takarak, görülen lüzum üzerine, patlatarak egolarını tatmin ediyorlardı. Gül gibi kadının, kızın hesabı sorulmazdı. Arazi ekebildikleri, sürebildikleri kadar vardı. Arazi sınırlarını, kollarını kaldırıp, elleriyle işaret ederek belirliyorlardı:  Aha o tepeden, şu tepeye kadar. Şu dereden, o köye kadar. demeleri, tapulama yerine geçiyordu. El koymak, gasp etmek, pratikte yaşadıklarının bir parçasıydı. Medeniyet buydu. Devlet dairelerinde itibarları vardı. Dönme Ağalar, ağalığa uyum sağlamakta güçlük çekmediler. Ağalığın, eşkıyalığın değişik bir versiyonu olduğunu çabuk kavramışlardı. Bu geçiş sürecinde, nereden geldikleri, kim oldukları, soyları sopları belli olmayan epeyce ağa peyda oldu.