Çağrı DÖRTER

ANKA´NIN KANATLARI

“Fırsat vermediler sana sen olman için...

Ve sen, sen olamadın yaşamın boyunca...

Doğduğun yer farklı olsaydı eğer; ailen, inancın, kültürün, değerlerin ve yaşamın da farklı olacaktı... Şimdiki sen ile ne benzerliğin olacaktı o zaman? Belki de hiç...

O zaman her gün bu ‘ben’ dediğin ne? Sonsuz bir uzayda, küçük bir küre üzerinde, kısa bir zaman diliminde yaşayan rastlantısal bir karakter... Kendisi bu kadar raslantısal olan bir karakterin; doğrular, yanlışlar, insanlar ve hayat hakkında yaptığı yorumlar ve vardığı yargılar ne kadar gerçek olabilir ki?”

Bir süre sessiz kaldıktan sonra, ağır ağır devam etti: “Beşer, evrende uykuya en düşkün varlıktır... Gece gözünü kapar ve uyur... Gündüz gözünü açar ve uyur... Rüya gördüğünü fark etmeyenin ise, o rüyanın içinde savrulmaktan başka şansı yoktur...”

*

“Anka’nın Kanatları”, -tanıdığı herkes gibi- sorgulanmamış yaşamını tüketip, zamanı dolduğunda kendi varlığına ve içinde yaşadığı varoluşa ait hiçbir gerçek cevaba ulaşamadan dünyayı terk edecek bir bireyin; dünyayı ve kendini sorgulamaya başladıktan sonra ona görünür kılınan bir ‘kapı’dan içeri girmesiyle başlayan ve tüm varlığını dönüştüren gizemli yolculuğunun anlatımı...

İsimlerin ve cinsiyetlerin açığa vurulmadığı; varoluş, yaşam, ölüm, anlam, dinler, felsefeler, aydınlanma, insan ve hepsinin ardında yatan Hakikat üzerine süren tarifi zor diyalog, okuyucuyu -Mevlana ve Yunus Emre’lerin de içinde yoğrulduğu- varlıksal öğretinin kendine has atmosferi içine alarak derinleşirken; zamanı ve mekanı aşkın bu sohbetin cevap makamında oturan ve “O” olarak geçenin ‘kim’ veya ‘ne’ olduğunun keşfi ise, okura bırakılan bir sır olarak kalıyor...